Makale

Din Görevlileri- Din Gönüllüleri

DİN GÖREVLİLERİ- DİN GÖNÜLLÜLERİ

 

Her ne kadar Din Görevlisi deyince akla camilerde din hizmeti veren imam-hatipler ve müezzin-kayyımlar geliyor olsa da aslında Müftüler, Vaizler, Kur’an Kursu öğreticileri ve bunlara maddi, manevi ve idari destek verenler hepsi birer din görevlisidirler. Eski tabirle bu değerli kimselere “hademey-i hayrat” denirmiş. Bu kutsal görev daha çok gönül işi olduğu için son zamanlarda Din gönüllüleri tabiri de kullanılmaya ve yaygınlaşmaya başladı.

1-7 Ekim Camiler ve Din Görevlileri Haftası olunca bu yazımızda Din görevlilerinden bahsetmek istiyorum.

Sevgili Dostlar,

Bir şeyin kadr-u kıymeti varlığında pek bilinmez. Ne kadar önemli olduğu elden gidince, kaybedilince anlaşılır, fark edilir. Mesela her gün çeşmelerimizden akan suyun, her gün  kullandığımız elektriğin pek kıymetini bilmez, pek adlarını anmayız, hele şükretmek hiç aklımıza gelmez. Ama bir akşam aniden sular kesilince, elektrik kesilince elimiz ayağımıza dolaşır, ne yapacağımızı bilemeyiz. Hele birkaç gün gelmediğini düşünün… Hoyratça harcadığımız, her gün şarıl şarıl boşa akıttığımız suyun ne kadar kıymetli olduğunu insan o zaman anlıyor. Karanlıkta kalınca, dolaptaki gıdalar bozulmaya ve kokmaya başlayınca her gün açık bıraktığı, israf ettiği elektriğin ne kadar kıymetli olduğunu o zaman anlıyor insan ve sular gelince bir ‘ohh’ çekip elhamdülillah çok şükür ya Rabbi diyor. “Meğer her zaman elimizin altında bulunan bu nimetler ne kadar kıymetli ve önemli imiş de farkında değilmişiz.” demekten kendimizi alamıyoruz. Ekmek böyle, hava böyle, zaman böyle, sıhhat böyle, ana böyle, yâr böyle, evlat böyle, dost böyle…

Sözü din görevlilerine getirmek istiyorum sevgili dostlar.

Her mahallede, her köyde, insanımızın olduğu her yerde bir din görevlisi var ve hizmetler yürüyor elhamdülillah. Camilerimiz açık, ezanlarımız okunuyor, salalarımız veriliyor, namazlarımız/ cenaze namazlarımız kılınıyor, Kur’an’larımız okunuyor, hutbelerimiz okunuyor, vaazlarımız yapılıyor, çocuklarımız okutuluyor. Yani bu hizmetler eksiksiz yapılıyor. Ama bir an köyümüzde, kentimizde, mahallemizde hiçbir din görevlisinin, hocanın olmadığını düşünelim. Camilerin kapalı kaldığını, açılsa bile ezanların okunmadığını, Cuma namazını, bayram namazını kıldıracak kimsenin olmadığını dolayısıyla Cuma namazının, bayram namazının ,cenaze namazlarının kılınmadığını bir düşünelim… Cenazelerin ortada kaldığını, yıkayıp, kefenleyip, defnedecek bir kimsenin bulunmadığını bir düşünelim… Cenazelerimizin üzerine iki satır Kur’an’ın okunmadığını, bir duanın yapılmadığını bir düşünelim… Allah korusun acımız bir iken bin olur herhalde.

Sadece bu mu? Çocuğumuz doğmuş kulağına ezan okuyacak kimsenin olmadığını, abdesti, namazı, namaz dualarını, temel dini bilgilerini öğretecek, büyüyünce nikahını kıyacak, nikahında, nişanında, düğününde Kur’an okuyacak dua edecek bir kişinin bulunmadığını bir hayal edelim… İşte o zaman anlarız imamın, hocanın, din görevlisinin ne kadar önemli olduğunu. Başına gelmeyen bilmez. Ama kadrosuzluk nedeniyle veya personel yetersizliği nedeniyle atama yapılamayan dolayısı ile bir iki sene imamı olmayan köylerimizdeki kardeşlerimizin feryatları, şikayetleri hep kulağımızda çınlamaktadır.

Sevgili dostlar, din görevlileri ilim, irfan ve Kur’an ehlidirler, Din görevlileri Peygamberlerin varisleridirler.

وَإنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ ا‘نْبِيَاءِ، وَإنَّ ا‘نْبِيَاءَ لَمْ يُورِّثُوا دِينَاراً وََ دِرْهَماً وَلكِنْ وُرِّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أخَذَهُ أخَذَهُ بِحَظِّ وَافِ

Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmiştir.” (Ebu Davud, İlim 1, (3641), Tirmizi, İlim 19, (2683), İbni Mâce, Mukaddime 17, 223)

Yani alimler O’nun (s.a.v.) yaptığı vazifeyi yapma şerefine nail olmuş bahtiyar kişilerdir.

Allah’ın haklarında hayır murat ettiği müstesna kişilerdir. Bir hadisi şerifte;

مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ

“Allah kimin hakkında hayır murat ederse onu dinde fakih/alim yapar.” buyrulmaktadır. (Müttefegun aleyh)

“رُتْبَةُ العِلْمِ أعْلىَ الرُّتَبِ” “İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir” demiş büyüklerimiz.

Demek ki alimler Peygamberlerin varisleridirler. Peygamberlerin mirası mal mülk değil ilimdir, irfandır, örnekliktir, önderliktir, rehberliktir.

Peygamberlerin başlıca vazifesi de tebliğ, tebyin ve temsildir. Yani kendilerine vahyolunan ayetleri bilaa noksan ve ziyade aynen tebliğ ederler. Değişik bir ifade ile Allah’tan aldıkları emir ve yasakları, iman ve ibadet esaslarını, ahlaki kuralları kısmadan kesmeden tebliğ ederler.

Açıklanması, izah edilmesi gereken yerleri açıklar, izah ederler. Tebliğ ettikleri, açıkladıkları, öğrettikleri hakikatleri önce kendileri tatbik eder, temsil eder, insanlara örnek olurlar.

Peygamberler kendi inandıkları ve tatbik ettikleri bu hakikatlere insanları davet eder, irşat eder, emr-i bilmaruf ve nehy-i ani’lmünker yapar ve onları karanlıklardan aydınlığa çıkarırlar.

Onların mirası ilim olunca Peygamberimizin (s.a.v.) tebliğ ettiği Kur’an’ı okuyan, anlayan, anlatan, dinin hakikatlerini, imanın, İslam’ın esaslarına vakıf olan ve bunları insanlara öğreten, O’nun (s.a.v.) güzel ahlakını bilen ve tatbik eden ve bu konuda insanlara önder ve örnek olan, insanları hakka, hayra davet eden, iyiliği emreden kötülüklerden alıkoyan ilim, irfan ve ahlak sahibi kimseler Peygamberimizin (s.a.v.) varisidirler. Bu nedenle bizim medeniyetimizde alimlere bu gözle bakılmış, çok değer verilmiş, çok hürmet gösterilmiştir.

Sadece bunlarla sınırlandırmak doğru olmamakla beraber bu makamı şu anda, kendilerine yasalar tarafından toplumu din konusunda aydınlatma görevi verilen Diyanet İşleri Başkanlığı; Başta Diyanet İşleri Başkanımız olmak üzere Din Hizmeti sunan Başkanlık mensuplarımız, müftülerimiz, vaizlerimiz, Kur’an kursu öğreticilerimiz, İmam-hatiplerimiz ve müezzin- kayyımlarımız temsil etmektedirler. Bu gerçekten çok büyük bir mazhariyettir. Allah’ın lütfu, ihsanı ve ikramıdır.

Sevgili dostlar malumunuz 1-7 Ekim tarihleri 1986 yılından itibaren camiler haftası olarak kutlanmakta idi. 2003 yılından bu yana “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaya başladı ki camilerle beraber onları da analım, anlayalım ve anlatalım diye.

Bu vesile ile gece gündüz demeden din hizmeti veren, doğumumuzdan ölümümüze kadar; kulağımıza ilk ezanın okunmasından, adımızın konmasından tutun sünnetimize, nikahımıza, nişanımıza, düğünümüze, cenazemize kadar, acımızda-tatlımızda  her zaman yanımızda bulunan, çocuklarımıza abdesti, namazı, namaz dualarını, helali -haramı, sevabı -günahı öğreten, peygamber varisi olan, ilim ve irfan sahibi, Kur’an ehli hocalarımızın, din görevlilerimizin, din gönüllülerimizin haftasını tebrik ediyor, bu fedakar, vefakar ve cefakar hizmetlerinden dolayı kendilerine teşekkür ediyor, darı bekaya göç edenlere Yüce Allah’tan rahmet, hayatta olanlara sağlık ve afiyet diliyorum.

Güne ezanıyla başladığımız ve yine ezanı ve duasıyla günü tamamladığımız, en kutsal ibadetimizi emanet edip günde beş defa arkalarında saf tuttuğumuz, her zaman rahatlıkla ulaştığımız, tatlı dilli, güler yüzlü, eli açık, gönlü açık, anlayışlı, hoşgörülü, hep hayır öğütlü olan, hep kaynaştıran ve barıştıran hocalarımıza, din görevlilerimize, din gönüllülerimize teşekkürü bir vefa borcu olarak görüyor, bir kez daha şükranlarımı sunuyor, hepsinden Allah razı olsun diyorum.

Ben acizane bunu hem kendi adıma hem de beni dinleyen/okuyan aziz kardeşlerim adına söylüyorum. Zira biz vefakâr bir milletiz. Topluma ve insanlığa hizmeti dokunan, üzerimizde hakkı olan hiç kimseye; büyüklerimize, hocalarımıza ve alimlerimize sevgi ve saygıda kusur etmeyiz. Çünkü biz bilir ve inanırız ve umarız ki Allah için sevgi ve saygı Allah’ın rızasına ve muhabbetine vesile olur.

Bir rivayette “Alimlere ikram edin. Çünkü onlar Peygamberlerin varisleridirler. Kim onlara ikram ederse Allah’a ve resulüne ikram etmiş olur” (Süyûtî, I, 212 (Hadis No: 1428). buyrulmaktadır. Bu ikram, bu saygı ilimlerinden dolayıdır. Zira ilk yaratılışta Melekler de Hz. Adem’e ilminden dolayı saygı gösterisinde bulunmuşlardı.

Bu arada şunu da belirtmemiz gerekir ki biz Din görevlileri de bu sevgi ve saygıya layık olmak için azami derecede dikkatli ve gayretli olmalıyız. Peygamber varisine yakışır şekilde hareket etmeliyiz. Varsa eksik ve kusurlarımız derhal tamamlamalı ve düzeltmeliyiz. Bu görev, bu unvan çok şereflidir ama leke götürmez, mesuliyeti de çok büyüktür. Mesela;

Başta bilgili, donanımlı olmamız ve devamlı kendimizi geliştirmemiz gerekir.

Bildiklerimiz ve söylediklerimizle önce bizim amel etmemiz gerekir. Sözümüz ve özümüz bir olmalı, söylem ve eylemlerimiz aynı olmalıdır.

Karşılık beklemeden, teşekkür takdir beklemeden, sadece Allah rızası için ihlas ve samimiyetle hizmet etmemiz gerekir.

Peygamberimiz (s.a.v.) in ahlakını, irşat ve tebliğ metodunu iyice öğrenmemiz, içselleştirmemiz ve uygulamamız gerekir.

Peygamberimizin (s.a.v.) ahlakı, irşat ve tebliğ metodu özetle Kur’an’dı.

Mesela;

O’nun (s.a.v.) metodu ilim, hikmet, mevızayı hasene idi. O’nun metodu yıkma değil yapma idi, tahrip değil tamir idi, tahkir, tecrit ve tenkit değil takdir ve teşvik idi ve mücadelenin de en güzeli idi.

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُو اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ين َ

(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Nahl,125)

O’nun metodu affedicilik, hoşgörü ve yumuşaklık idi.

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ

Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Ali imran 159)

 

O’nun metodu iyiliği takdir edip daha iyisiyle karşılık vermek, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, zulmedeni affetmek idi,

 

 

 

 

 

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي

بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ

 

(Elbette) İyilikle kötülük asla bir olmaz. Sen (insanları Hakka davet ederken, şahsına yapılacak) kötülükleri en güzel şekilde karşıla. O zaman (bir de bakarsın ki) aranızda düşmanlık bulunan kimse bile, sanki sıcak ve sadık bir dost oluvermiştir.

 

 

O’nun metodu kolaylaştırmak zorlaştırmamak, müjdelemek nefret ettirmemekti.

«يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا، وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا»

Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. (Müttefegun aleyh)

 

Evet sevgili dostlar özetle O’nun (s.a.v.)  metodunun merkezinde insan vardı. İnsanın kalbi, gönlü vardı. Mekke’den ayrılmak ve hicret etmek zorunda bırakıldığı zaman Kâbe’ye bakarak;

“Ey Kâbe ne kadar güzel ne kadar şerefli ve onurlusun. Ama öyle bir şey var ki o senden daha değerli, daha şerefli, daha yücedir. O da müminin kalbidir, gönlüdür”. Buyurmuştur.

Onun için Peygamber aşıkları;

Gönül yapmak Kâbe’yi yapmak, gönül yıkmak da Kâbe’yi yıkmak gibidir.” demişlerdir.

Onu için Hak aşıkları,

“Kâbe bünyad-ı Halil-i Azer’est,

Dil, nazrgah-ı Celil-i Ekber’est”.

(Kâbe Azer’in oğlu Halil’in eseridir. Gönül ise yüce Allah’ın eseri ve nazargâhıdır.)   Demişlerdir.

 

Onun için gönül aşıkları;

 

“Çiçeklerle hoş geçin balı incitme gönül,

Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül,

 

Mevla verince azma, geri alınca kızma,

Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül.

 

Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek,

Kibirle yürüyerek, yolu incitme gönül.

 

Karışma hikmetine, dokunur gayretine,

Sahibi hürmetine kulu incitme gönül.”

 

Demişlerdir.

 

O (s.a.v.) bu ahlak ve metotla gönüller fethetti. 23 sene gibi kısa bir zamanda dünyanın en büyük inkılabatını gerçekleştirdi.

Bu güzel ahlak ve metotla 23 senede,

Cahiller alim oldu, zalimler adil oldu, bedeviler medeni oldu, eşkıyalar evliya oldu, hasımlar hısım oldu, ağyar yar oldu, düşmanlar dost oldu, insanlar kardeş oldu ve cahiliye dönemi sona erdi. Diri diri kızını kuma gömecek kadar canavarlaşan bir toplumdan karıncayı bile incitmekten çekinen bir toplum meydana geldi. Bu dönem tarihe asrı saadet olarak geçti.

Sevgili dostlar, aslında her inanmış müslüman dinini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, yaşatmak, emri bi’lmaruf ve nehyi ani’l münker yapmakla mükelleftir. Bu manada her müslüman dininin görevlisi ve gönüllüsüdür. İslam adına, toplum adına, adap ve ahlak adına bir davamız, bir derdimiz bir çilemiz varsa (ki olmalıdır) Hateme’n-nebiyyin olan, önderimiz ve örneğimiz, peygamberimiz, efendimiz, alemlere rahmet Hz. Muhammet (s.a.v.) ın ahlakını, adabını, tebliğ ve irşat metodunu iyi bilmeli ve onu tatbik etmeliyiz. Tabii ki alimlerimiz, müftülerimiz, vaizlerimiz, imam hatiplerimiz, müezzin kayyımlarımız ve Kur’an kursu öğreticilerimiz başta olmak üzere…

Nice camiler ve din görevlileri haftasına, nice hayırlı ve başarılı hizmet yıllarına…

Bir başka yazıda buluşmak üzere Allaha emanet olasınız sevgili dostlar.

 

Yakup ÖZTÜRK

DİB Başkanlık Müftüsü

01-07 Ekim 2022

 

 

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...