Makale

Hazreti Peygamber Ve Vefa/ İnsan Biraz Vefalı Olmalı

HAZRETİ PEYGAMBER VE VEFA/ İNSAN BİRAZ VEFALI OLMALI

 

İyilik yapana teşekkür bile etmez olduk,

Gelmiyor diye kimseye biz de gitmez olduk,

Davamız vardı bizim, bir dava gütmez olduk,

Bizi biz yapan değerlerimizden elde ne kaldı?

 

İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez,

İyilikten anlamayan nankör Allah’ı da zikretmez,

Vefalı olan Anayı, babayı, sılayı, dostu terketmez,

Bizi biz yapan değerlerimizden elde ne kaldı?

 

 

Sevgili Dostlar!

Vefa konusunu yazmaya başlarken besmele, hamdele, salvele ile ve siz değerli dostları selamlayarak ve böylece vefadan bir cüz ortaya koyarak başlamak isterim.

Bismilleh velhamdülilleh vessaletü vesselemü ale rasülilleh.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır deriz ve öyle de inanırız. Bir fincan ne ki her an, her nefes bize bir can bahşeden var. Bir fincan kahve ikram eden unutulmuyor da can bahşeden nasıl unutulur?

Öyleyse ölü toprağa can veren, insanı yoktan var eden, sonra insanın sulbünden gelen adi bir nutfeden ete kemiğe bürünmüş mahlukatın, mevcudatın en güzel varlığını yaratan, hala yaratmasına devam eden ve biz insanlara her an yeni bir hayat bahşeden Allah Teâlâ ve Tegaddes Hazretleri’ne binlerce, yüzbinlerce, çöldeki kumlar, deryadaki damlalar, ağaçlardaki yapraklar, yarattığı canlılar ve canlıların nefesleri adedince hamd-ü senalar olsun.

Kendisine istediği makam, istediği kadın ve istediği kadar servet teklifine karşı “bırakın bunları güneşi sağ elime ayı da sol elime koysanız ben bu yoldan dönmem, bu hak davadan vazgeçmem” diyen  biz insanlığın dünya ve ahiret kurtuluşu ve mutluluğu için her türlü rahatını, evini barkını, yurdunu yuvasını terk eden, eza çeken, cefa çeken ama yılmadan yorulmadan mücadelesine devam eden, acı tatlı, iyi kötü hayatın her safhasında bizlere nasıl davranacağımız konusunda rehber olan, güzel ahlâkı ile bizlere örnek olan, önder olan, dünyada peygamberimiz, ukbada şefaatçimiz, Allah’ın habibi, gönüllerin tabibi, alemlere rahmet Hz. Muhammed (sav)’e binlerce kez salât olsun.

Allah’a karşı vefalı; Galüü bela’daki misakına bağlı, itaatte daim, ibadette kaim olan, her daim O’nu zikreden, fikreden ve her haline şükreden, Allah için seven Allah için buğz eden siz dostlarıma,

Peygamberine vefalı; O’nun (sav) sünnetine ittiba eden, yolunu takip eden, bu bağlamda sözünde duran, akit, anlaşma ve sözleşmelerine sadık kalan, haktan ayrılmayan, her daim hakkı arayan, hakkı bulan, hakkı savunan, haktan ve haklıdan yana olan, haksızlığa karşı duran,

Anne baba başta olmak üzere yakın ve uzak akrabalarını, eş dost ve arkadaşlarını, sadece selamlaşma, kelâmlaşma dahi olsa ilişki kurduğu kimseyi, küçücük de olsa kendisine iyiliği dokunan (hocalarını, amirlerini, memurlarını, patronlarını, işçilerini sadece iyi günlerinde ve çıkar ilişkilerinin olduğu zamanlarda değil, iyi günde kötü günde, acı günde tatlı günde) hiçbir kimseyi unutmayan, dualarında hatırlayan yani vefakar olan (vefalı olduğuna inandığım) siz değerli dostlarıma, kardeşlerime selam olsun.

İNSAN BİRAZ VEFALI OLMALI

“İnsan biraz vefalı olmalı” sözünü çok duyarız biz de zaman zaman söyleriz. Bu söze kimse de itiraz etmez. Ama bu doğru söz zannımca yerinde ve doğru manada kullanılmıyor. Doğru manada kullananların affına sığınarak bu konuda iki noktada hatırlatma da bulunmak istiyorum.

1-Kendimize toz kondurmadan hep karşıdan bekleyerek pragmatik ve bencil bir yaklaşımla kullanıyoruz. Âdeta “insan biraz vefalı olmalı” derken zımnen şöyle demiş oluyoruz.

Kahırlı ve sitemli bir eda ile “Ya birlikte ne günlerimiz geçti, yedik içtik, beraber yol yürüdük şimdi hepsi yalan oldu, her şeyi unuttu, kimseyi tanımaz oldu ne arar ne sorar” veya “benim zamanında ona ne iyiliklerim oldu, işi biti ya artık selamı sabahı kesti” vb.

2-Bu sözün şümulünü daraltıp vefayı bir insanın bir insana göstermesi gereken minnettarlık, bağlılık, unutmamak, yad etmek, ziyaret etmek, teşekkür etmek, iyiliğe karşı iyilik yapmak ve gerektiğinde yardımcı olmak, aramak sormak vb. manalar kastederek kullanıyoruz.

Peki bunlar yanlış mı? hayır yanlış değil tam da bu anlamlarda kullanılır. Ama eksiği vardır diye düşünüyorum. Bir okuyun bakalım siz diyeceksiniz, bana katılacak mısınız?

Birinci şıkkı ele alacak olursak “insan biraz vefalı olmalı” derken neden hep başkalarını kastediyoruz? İmâlı olarak birinin vefasız olduğunu söylüyoruz? Neden hep bize vefa göstermediğini düşündüğümüz kimselerden ilgi, alaka, saygı, sevgi ve vefa bekliyoruz? Doğru, insan biraz vefalı olmalı. Biz de bir insanız. Öyleyse biz de vefalı olmalıyız. Acaba onlar vefasız da biz vefalı mıyız? Biz anne, baba, kardeş, eş, dost, akraba arayıp soruyor muyuz? Biz arkadaşlarımızı hatırlıyor muyuz? Biz üzerimizde hakkı olan öğretmenlerimizi, hocalarımızı, dar günlerimizde elimizden tutanları hiç anıyor muyuz, arıyor muyuz, soruyor muyuz? Onları hayır dualarımıza katabiliyor muyuz? Yoksa tiren yolcuları gibi “o zaman birbirimize ihtiyacımız vardı, görüştük, konuştuk yedik içtik, birbirimizle hoş vakit geçirdik, yolculuk bitti herkes kendi yoluna” mı diyoruz?

İşte değerli dostlar “insan biraz vefalı olmalı” derken işin içine kendi nefsimizi de katabilmeliyiz ve öyle söylemeliyiz. Zira vefalı dost bulmak için evvela bir dost olmak gerekir.

İkinci şıkka gelince; vefa deyince akla hep iki kişinin birbiri ile ilişkisi gelmemeli. Bu manayı çok daraltmak olur. Bu “vefa” kelimesine vefasızlık olur. O zaman “vefa” deyince akla nelerin gelmesi gerekir.

Evvela akla Allah gelmeli, Allah’a karşı vefa gelmelidir. Vefa gösterilmeye en layık olan ve onu hak eden C. Allah’tır. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” denir. Bir fincan kahve ikram edeni kırk yıl unutmayacağız da bizi insan olarak yaratan, yaşatan, el veren ayak veren, göz veren kulak veren, mal veren mülk veren, evlat veren, yurt veren yuva veren, hava veren su veren, gökten rahmet indiren, yerden bereket bitiren, bin bir türlü rızık veren, saymaya kalksak sayamayacağımız kadar nimetler ihsan ve ikram eden Allah’ın hatırı kaç yıl olur acaba…?  İnsan bunların şükrünü nasıl ödeyebilir acaba…?

Evet vefa deyince öncelikle Allah’a verdiği sözde durmak, O’nun misakına sadık kalmak, ahdini bozmamak akla gelmelidir. “Ahde vefa” diyerek ‘vefa’ yı ‘ahit’ le beraber kullanırız çoğunlukla. Ahit de; karşılıklı sözleşme, anlaşma manalarına gelir. Akit gibi, o da aynı manaya gelir.

Allah’la bir ahdimiz, anlaşmamız var mı? misakımız var mı? Tabii ki var. Hem elest bezminde var hem bu dünyada var.

Biz ilkine “Galü bela” diyoruz. Kesin olan bu sözleşmenin yeri ve zamanı hakkında farklı görüşler olmakla beraber tasavvufi yoruma göre Rabbimiz ruhlarımızı yarattığında;

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. (Araf, 172)

-Elestü birabbiküm. (Ben sizin rabbiniz değil miyim)? dediğinde biz ta o zaman “bela” dedik, kabul ettik ve misakı, sözleşmeyi imzaladık. Dünyaya gelince unutanlar olmuştur, olabilir. Ama unutmanın, sözünde durmamanın hesabını onlar düşünsün. Biz Elhamdülillah unutmadık ve dünyada kelimeyi şehadet getirerek ahdimizi, misakımızı tazeledik ve ikinci olarak Allah Teâlâ ile yeniden bir sözleşme imzaladık.

اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

Şahitlik ediyorum ki Allahtan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ediyorum ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir” diyerek imzayı attık. Bu sözleşmeyle şunu kabul etmiş olduk. “Allah’ım sözümde duruyorum. Sen benim Rabbimsin ve senden başka ilah yoktur. Bundan sonra emrine amadeyim. Ne emrettiysen başımım üstüne, yerine getireceğim, nelerden yasakladıysan onlardan kaçınacağım, bildiğim bilmediğim her konuda model olsun diye (üsvey-i hasene) gönderdiğin, elçin olan Hz. Muhammed’i örnek alacağım. Söz veriyorum.” demiş oluyoruz.

O’da (cc) İsrail oğullarının şahsında bizlere “siz bu anlaşmaya sadık kalın, bana verdiğiniz sözü tutun ben de size verdiğim sözü tutayım, dünya ve ahirette saadete erdireyim, Firdevs cennetimle müşerref edeyim diye vadediyor.

Ve buyuruyor ki kitabı kerimi Kur’an’da;

وَأَوْفُوا بِعَهْدِىٓ أُوفِ بِعَهْدِكُمْ

“Siz bana verdiğiniz sözü tutun ben de size verdiğim sözü tutayım” (Bakara, 40)

إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ

“Allah sözünden dönmez” (Ali İmran , 8)

Biz de sözümüzde durur Allah’ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınırsak vefakarlığın en büyüğünü, en güzelini göstermiş olur en güzel mükâfata da ermiş oluruz. Zira C. Allah cennetlik has kullarının özelliklerinden bahsettiği Mü’minun suresi 8. ayette;

وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ

 

 

O Rahman’ın has kulları emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Emanete hıyanet etmez, emaneti zayi etmez, verdikleri sözde dururlar. Anlaşma ve sözleşmelerine sadık kalırlar.) buyurmaktadır.

  1. ve 11. Ayetlerde de bu özelliklere sahip olan müminlerin Firdevs cennetine varis olacaklarını, oraya gireceklerini ve orada ebedi kalacaklarını müjdelemiştir.
  • اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ
  • اَلَّذٖينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَؕ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ

 

Kelimeyi şehadette “Allah’ın kulu ve elçisidir dedikten yani sözleşmeyi imzaladıktan sonra sevgili peygamberimize karşı da vefalı olmalıyız. Ona vefa ancak sünnetine sarılmak ve emanetine sahip çıkmakla mümkün olur. O’nun en önemli sünnetleri de doğru sözlü olmak, emin ve güvenilir olmak, sözünde durmak, emanete riayet etmek, akit ve anlaşmalara bağlı kalmaktır.

 

Sevgili Dostlar!

Allah ve resulüne iman, itaat ve vefalı olmak aynı zamanda tüm insanlara karşı vefalı olmayı iktiza eder. Zira C. Allah;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ

Ey iman edenler (aranızda yaptığınız) anlaşmaların gereğini yerine getirin. (Maide,1) diye emretmiştir. Hatta Allah’a vefalı olmanın yolu insanlara vefalı olmaktan geçer. Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” buyurmuştur. (Tirmizi birr,35)

Gerek Allah’a karşı, gerek Hz. Peygambere karşı, gerek insanlara karşı nankörlük yapmak, söz verip sözünden caymak, anlaşma yapıp anlaşma şartlarına uymamak, emanete riayet etmemek dünyada insanı rezil eder. Böyle birini hiç kimse sevmez. Dünyada rezil olduğu gibi ahirette de perişan olur. Zira bu hal nifak alametidir. Peygamberimiz (sav) ümmetini bu acı felaketten kurtarmak ve uyarmak için bir hadisi şeriflerinde şöyle bir uyarıda bulunmuştur:

آيَةُ الْمُنَافِقِ تَلاَثٌ:إِذَا حَدّثَ كَذَبَ وإِذَا وَعدَ أَخْلَفَ  وَ إِذَا اؤْتُمِنَ  خَانَ .

Münafıklığın alameti üçtür; Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünü tutmaz. Kendisine bir emanet verilse emanete ihanet eder. (Buhari, İman 24; Müslim. İman 107)

Sevgili dostlar, işte biraz daha böyle geniş düşünerek diyebiliriz ki “İnsan biraz vefalı olmalı”. Hele bu insan Müslüman ise elbette çok daha dikkatli olmalı. Ama bu devirde kimseye bir şey söylenmiyor.  Söylense de pek faydası olmuyor. Ancak kendi nefsimize söz geçirebiliriz geçirebilirsek bu zamanda.

İstisnalar vardır mutlaka ama sevgili dostlar, hiç kimse benim ayranım ekşi demiyor. Herkes kendi zaviyesinden bakıyor ve en doğru, en dürüst olan, en fazla sözünde duran, sözleşme ve anlaşmalarına en çok sadakat gösteren, emanete asla ihanet etmeyen, eşe, dosta, ahbaba, arkadaşlarına vefalı olan, arayan soran kişi olarak hep kendisini görüyor, etrafına bakıyor nerdeyse bu özelliklere sahip hiç kimse yok, bulamıyor.  Evet nefis kendini kendine böyle gösteriyor ve herkes kendini kusursuz görüyor. Bundan dolayı da hiç kimseye kolay kolay nasihat kar eylemiyor.

Ama “herkes kendi kapısının önünü süpürse tüm mahalle tertemiz olur” diye bir özdeyişimiz vardır. Bu misalden hareketle “insan biraz vefalı olmalı” derken kendi nefsimize söyleyip kendi nefsimizi hesaba çekebildiğimiz ve uygulayabildiğimiz ölçüde doğruluk, dürüstlük, güven, geçmişi unutmama, ahde vefa, emanete riayet, kadir ve kıymet bilirlik, iyilikleri unutmama, iyilik yapana teşekkür etme, mümkünse iyilikle karşılık verme gibi vefa duyguları topluma hakim olacak ve hep birlikte mutlu ve huzurlu olacağız.

Kendini ısıtmayan soba evi ısıtmaz. Herkes evinin önünü temizlese mahalle tertemiz olur. Biz sözünde durur, ahde vefa gösterir, emanete riayet eder, iyilikleri unutmaz nankörlük yapmaz eşe, dost, akraba ve çevremize vefalı olursak bize düşeni yapmış olur ve başkalarının da böyle olmasına vesile olabiliriz. Biz düzelirsek alem düzelir. Karanlığa kızmak yerine mum yakmak diye buna deniyor sanırım.

Örneğimiz Peygamber efendimiz değil mi?

O’nun (sav) en sıkıntılı zamanlarında, ölümle burun buruna geldiği bir zamanda, hicret esnasında, kendisini öldürmeye gelenlerin onlar onu öldürme çabasında iken emanetlerini sahiplerine ulaştırma çabasına girmesini ve bunun için Hz. Ali (ra)’a talimat vermesini bir hatırlayalım.

Müslümanlığı kabul ettiği için Mekkeli müşriklerin hapsettiği fakat bir yolunu bulup kaçıp Müslümanlara sığınan Ebu Basir’i ve Ebu Cendel’i Hudeybiye anlaşması gereği geri istediklerinde kendilerinin ve sahabenin ısrarına rağmen, “ Hudeybiye’de anlaşma imzaladık, anlaşmaya aykırı hareket edemem, anlaşmayı bozamam” düşüncesiyle ve içi sızlayarak düşmana geri teslim etmesini bir hatırlayalım. Bunlar ahde vefa örnekleri olarak bugüne, bizlere ışık tutması açısından ne kadar önemlidir.

Evet O(sav) Allah’ın elçisi idi ve örnek olarak gönderilmişti. Ahde vefayı acı da olsa ümmetine yaşayarak öğretmeliydi öğretti.

Habeşistan Kralı Necaşi’nin iyiliğini hiç unutmayıp Habeşistan’dan gelen misafirlerle bizzat ilgilenmesini, ikram ve izzette bulunmasını, vefat ettiği zaman da “kardeşinize dua edin” deyip gıyabi cenaze kılmasını da analım. Ne güzel bir vefa örneğidir değil mi?

En zor zamanlarda kendisine maddi ve manevi destek olanları hiç unutmamıştır.  Hz. Hatice’yi hiç unutmamış hep hayırla yad etmiş, onun hatırına onun sevdiklerine de iltifatını eksik etmemiştir. Hz.  Ebu Bekir’i hiç ihmal etmemiş, hayattayken hep iltifat etmiş hastalanınca da yerine imamete geçirmiştir.

Ensar’a vefa göstermiş fetihten sonra Mekke’de değil Medine’de kalmayı tercih etmiştir.

O’nu (sav) Peygamber kabul eden ümmetine düşen de hiç şüphesiz her konuda olduğu gibi bu konuda da onu örnek almaktır. Yani ahde vefa, sözünde durma, güvenilir olma ve emanete riayet etme vb. konularda da O’na(sav) uymak ve tabi olmaktır. Sahabeyi kiram ve tabini ızam hep ona uymuşlar ve güzel örnekler bırakmışlardır bize, mesela,

Buna iyi bir örnek olacak; Adalet, emanete riayet, ahde vefa, merhamet, aff ve yardımlaşmaya iyi bir örnek olacak şu kıssaya birlikte bir göz atalım.

 

AHDE VEFA KALMADI DEMESİNLER DİYE?

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Ömer üç beş kişi ile sohbet ediyor. Birini kollarından sıkı sıkı yakalamış oldukları halde ite kaka iki genç bir genci Hz. Ömer’in huzuruna getiriyorlar. Gençlerden biri biraz yüksek sesle, öfkeli bir şekilde,

-Ya Ömer! Bu genç bizim babamızı öldürdü. Hemen ardından öbür genç;

-Adaletine güvenerek sana getirdik, kısasa kısa istiyoruz. Diyor.

Hz. Ömer suçlu gencin yüzüne bakarak;

-Doğru mu söylüyorlar bu gençler? Suçlu genç biraz üzgün, biraz çaresiz, biraz ağlamaklı;

-Evet, doğru söylüyorlar ya Ömer.

– Peki nasıl oldu bu iş?

-Ben durumu iyi olan bir ailenin çocuğum. Çok güzel bir atım vardı. Onunla şöyle bir hava almaya, gezintiye çıkmıştım. Yolumuz bunların bahçelerine uğradı, bahçelerinin yanından geçerken ata mâni olamadım bahçelerine girdi ve oradan yemeye başladı. Derken babaları bir taş alıp attı ve taş da isabet edip atımı öldürdü. Onu çok seviyordum birden öfkelendim, aklım başımdan gitti. Ben de bir taş alıp attım o taş da isabet etti ve babaları öldü. Bunun üzerine Ömer;

– Hüküm açıktır. Suçunu kabul ettiğine göre kısasa kısas yapılacaktır. Bunun üzerine biraz ağlamaklı şekilde yalvararak suçlu genç;

-Ya Ömer! Hüküm Allah’ındır başım gözüm üstüne ama bana üç gün müsaade eder misiniz? Ondan sonra geleyim teslim olayım, ne yapacaksanız yapın. Deyince Ömer;

-Hayırdır ne müsaadesi? Der. Genç;

-Ya Ömer! Bende rahmetli babamdan kalma yüklü miktarda emanet altın var. Bir de küçük kardeşim var. Bu parada kardeşimin de hakkı var. Yetimin hakkını saklamıştım büyüyünce veririm diye. Şimdi beni idam ederseniz, ölürsem o altını bulamaz ve yetim hakkına girmiş olurum. Müsaade ederseniz gidip emaneti teslim edip geleyim. Kul hakkıyla öbür dünyaya gitmeyim. Bunun üzerine Ömer;

-Peki sana nasıl güveneceğiz, sözünde durmazsan ne olacak, sen yabancı birisin, bize güven verecek bir kefilin var mı? Bunun üzerine genç;

-Var ya Ömer der. Tekrar Ömer sorar;

-Kim var hani? Genç orada bulunanları şöyle bir süzer ve birini işaret ederek,

– Şu adam bana kefil olur ya Ömer. İşaret ettiği kişi sahabenin ileri gelenlerinden Amr İbn. As idi. Ömer Amr’a bakarak;

-Kabul ediyor musun Ey Amr? Amr biraz düşündükten sonra;

-Evet ediyorum. Bu gence kefilim ya Ömer. Der. Bunun üzerine Ömer gence üç gün izin verir.

-Sana üç gün müsaade, üç gün sonra bu vakitte seni burada göreceğim, der ve genç;

-Tamam ya Ömer! Allah sizden razı olsun, söz veriyorum emaneti teslim edip geri geleceğim. Der ve gider.

Üç gün geçmiştir. Hz. Ömer, davacı gençler, Amr İbn As ve beş altı kişi daha beklemektedirler. Davacı gençlerden biri;

-Ya Ömer adam hala gelmedi vakit doldu. Diğer davacı genç;

-Niye gelsin ki, canını kurtardı bir kere. Ya gelmezse ya Ömer diye biraz yüksek sesle bağırır. Bunun üzerine Ömer;

-Gelmezse hüküm açıktır onun yerine kefili idam ederim. Der. Bunu üzerine orada bulunanlar birbirleriyle bir şeyler fısıldaşırlar. Sonra içlerinden biri;

-Ya Ömer! Amr bizim için çok önemli bir kişidir, lütfen onu idam etmeyin, bu davacı gençlere diyetini biz ödemeye razıyız. Diyetini ödeyelim. Bunun üzerine Ömer gençlere dönerek;

-Ne dersiniz, diyete razı mısınız? Gençler bir ağızdan;

-Hayır Ya Ömer razı değiliz. Babamızın kanı yerde kalsın istemeyiz. Bunun Üzerine Ömer;

-Vallahi Adaletin gereği ne ise onu yerine getireceğim. Gelmezse Amr idam edilecektir.

-Ya Amr hükmü uygulayacağız başka yol yok deyince, Amr:

– Ben bir söz verdim ve sözümden dönmeyeceğim acı da olsa hazırım derken, tam o sırada koşarak nefes nefese suçlu genç içeri girer. Herkes çok şükür geldi, derler ve Ömer sorar;

-Delikanlı tam zamanında geldin. Yoksa senin yerine kefilin idam edilecekti. Ama merak ettim niçin geldin? Gelmeyebilirdin ve canını kurtarabilirdin. Bunun üzerine genç biraz yüksek sesle;

-Ya Ömer! Ben bir kere söz verdim. Ahde vefa imandandır. İnsanlar AHDE VEFA KALMADI DEMESİNLER DİYE GELDİM. Bunun Üzerine Ömer Amr İbn As’a dönerek;

-Ya Amr sen buna nasıl kefil oldun tanıyor muydun? Amr;

-Hayır tanımıyorum. Ömer tekrar sorar;

-O zaman nasıl kabul ettin geleceğini nerden bildin? Amr;

Bilmiyordum ama şu adam bana kefil olur diye beni gösterince kabul etmem diyemedim, kabul ettim. Darda kalana yardım etmek bitti, vicdan ve merhamet duyguları öldü demesinler diye kabul ettim.  Bu iki müthiş davranış karşısında davacı iki kardeş;

– Ya Ömer! Biz davamızdan vazgeçiyoruz. Bu genci affediyoruz. Diyorlar. Bunda da Ömer hayretle onlara soruyor;

-Biraz önce babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz, ne oldu da vaz geçtiniz, affettiniz bu genci? deyince, gençler şöyle cevap verdiler.

-Affetmeseydik de burada bulunanlar ve bundan sonra bu konuşmaları duyanlar insanlık ölmüş, vicdan, merhamet kalmamış mı deselerdi? İNSANLIK ÖLMÜŞ DEMESİNLER DİYE AFFETTİK.

Sevgili Dostlar!

Yeni nesle bunların anlatılması ve bu gibi manevi değerlerimizin toplumun her kesimine yerleşmesi için herkes üzerine düşeni yapmalıdır, Bu meyanda;

Geçen hafta CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI’ idi.

Camiler ve din görevlileri haftasında bu sene ağırlıkla VEFA konusu işlendi. Önümüzdeki hafta da MEVLİD-İ NEBİ haftasıdır. Yine bu konu işlenmeye devam edecektir. Bu vesile ile kısaca vefadan bahsetmiş olduk elhamdülillah. Rabbim tesirini lütfeylesin.

İnandığı gibi yaşayanlardan eylesin, Yaşadığı gibi inananlardan olmaktan muhafaza eylesin.

Bu konuda ve her konuda hidayetini, inayetini, nusretini, rahmetini ve tevfikini üzerimizden eksik eylemesin.

Tüm din görevlilerimizin geçmiş haftalarını tebrik ediyor bu çok zor, veballi ama bir o kadar da şerefli görevlerinde üstün başarılar diliyorum.

Tüm din kardeşlerimizin de gelecek MEVLİT KANDİLLERİNİ VE MEVLİD-İ NEBİ HAFTASINI TEBRİK EDİYOR, O’nu anlamaya ve O’na tabi olmaya vesile olmasını C. Haktan niyaz ediyorum.

 

Bu düşünce, dua, dilek ve temenni ile Allah’a emanet olunuz sevgili dostlar.

 

Yakup ÖZTÜRK

DİB Başkanlık Müftüsü

12/10/2021

Bunlar da hoşunuza gidebilir...